Osmanlının çöküş sürecine tanıklık eden II. Abdülhamid 33 yıl tahtta kalarak en uzun süre tahtta kalan ikinci Osmanlı sultanıdır. (46 yıl ile birincilik Kanuni'ye ait.) Fakat bu dönem çoğunluklu olumlu ve olumsuz ön yargılara kurban gider ve iyi okunmaz. Yazılarda ve sohbet konularında iki uç nokta görülür. Uç noktalardan biri onun Osmanlı halkına kan ağlatan, kanlı bir istibdat uygulayan kızıl sultan olduğu yönündedir. İkinci uç nokta ise onu yaptığı her şey doğru olarak görür. Bir nebze kutsallık atfeder ve ulu hakan olarak tanımlar. Oysa ön yargısız baktığınızda ikisi de değildir. Sadece dönemin şartları gereği, doğru yanlış pek çok politika uygulamıştır. Tarihçilerin deyimiyle gemisini hırçın bir denizde yüzdürmeye çalışan bir kaptandır.
Kızıl Sultan lakabının kaynağı o dönemde çıkan Ermeni isyanlarıdır. Bu isyanları o dönem Avrupa basınına aktarılırken isyanlara haklılık katmak için sultan kötülenir. Basında Ermenileri kesen vahşi bir hükümdar olarak anlatılır. Fakat gerçekten de o dönem baskıcı bir politika vardır. Bu baskı karısında ortaya Jön Türkler adıyla bir muhalefet çıkar. Bunlarda Abdülhamid karşıtı bir propaganda yapar. Çünkü meşrutiyeti ülkenin kurtuluşu için tek çare olarak görüyorlar. Meşrutiyet onlara göre ülkeyi kurtaracak bir sihirli değnek gibi algılanıyor. Meşrutiyetin önündeki tek engel Abdülhamid olduğu içinde kötü olarak algılanır.
Abdülhamid'i uç bir noktada olumlu algılayanlar onu ulu hakan olarak görüyor. Bu yönden eleştirilemez, içki içiyor denemez. Fakat Abdülhamit günümüzde algılanandan oldukça farklı bir padişah. İlk olarak Türk müziği dinlemiyor, tam bir batı müziği aşığı. Bal gibi içki de içiyor. Torunu yazdığı hatıralarda onun rom içtiğini söylüyor. (Hanefi mezhebinde şarap had suçu, rom had suçu olarak görülmüyor.) Genel olarak batı kültürüne karşı bir yatkınlığı var. İslamcı ama bunu devletin devamlılığı için zorunluluk olarak görüyor. Osmanlının Türk - İslam kültürüne dayanması gerektiğini savunuyor. Yani kısaca algılananın aksine doğulu değil, tam bir batılı hükümdar olarak yaşıyor. Zaten o dönem batılı hükümdarlar da anayasal bir sistemi kendi istekleriyle kabul etmiyor. Fransa, ihtilalden sonra doğrudan cumhuriyeti yaşamıyor. Ortada Napolyon ve geri dönen Bourbon'lar diye bir şey var. Bu sadece bir örnek.
O dönem istibdat vardır ama aynı zamanda da bir modernleşme dönemidir. Atatürk gibi cumhuriyeti kuran nesil Abdülhamid döneminin neslidir. Onun açtığı okullarda yetişmişlerdir. O dönemlerde bir çok ücra noktaya lise, ortaokul dengi okullar, üniversiteler (1900'de açılan Darülfünun-u Şahane günümüzde İstanbul Üniversitesi adıyla devam etmektedir.) açılmıştır. Yozgat ve Kayseri gibi yerlere liseler açılmıştır. Özellikle Anadolu halkının batılı tarzda eğitilmesi için bu gelişmeler çok önemlidir. Çünkü aydın sınıf artık İstanbul'dan çıkma şansını kazanmıştır. Doğrudan Abdülhamid'e bağlı olmasa da edebiyatta Türkçeleşme onun devrinde zirveye ulaşmış sayılabilir. Sadece eğitim değil, pek çok alanda reformist bir kişiliğe sahiptir. Hukuk alanında da reformlar yapılmıştır. Fakat en az reform yapılan alan ekonomidir. Çünkü zaten Düyûn-ı Umûmiye kurulmuştur ve para doğrudan oraya aktarılır. Bu konuda yapacağı pek bir şey yok. Özellikle donanmada gelişme sağlanır. 1890'da adalar için yapılan Türk - Yunan savaşında Türk donanması Yunanlıları hezimete uğratır fakat Avrupa siyasetinin Yunanlıları desteklemesiyle masada kaybetmiş muamelesi görürler. Bu yüzden Girit'e yarı bağımsızlık verilir.
Kaybedilen yer sadece Girit değildir. Mısır, Tunus, Cezayir ve Kıbrıs'ın kaybı II. Abdülhamid döneminde gerçekleşir. Bu kayıplara göz yummak ve denge politikası izlemek ZORUNDA. Çünkü 93 Harbinde Rusya Yeşilköy'e kadar gelmiş durumdadır. Bilmeyenler için İstanbul işgal altında gibi bir durum var. İngilizler Kıbrıs karşılığında Osmanlıyı desteklemiştir. Zaten o döneme gelene kadar Kıbrıs zaten Osmanlının elinden çıkmış durumdadır. Kıbrıs'ta Hidivlik var, İngilizler yerleşmeye başlamış, Süveyş açılmış. Artık Osmanlı bile oranın kendi toprağı olduğunun farkında değil. Yapacak bir şey yok. Abdülhamid dönemin şartlarına göre hareket edip yapabileceğinin en iyisi yapmaya çalışmıştır. Atatürk'te Abdülhamid'in siyasetini gerekli ve kaçınılmaz olarak görmüştür.
Bazı kesim tarafından da kendisine suikast düzenleyenleri, isyan eden kişileri asmamasını naif ve iyi bir padişah odluğu yönünde yorumluyor. Bu kişileri yargılamaması bile Osmanlının ne kadar güçsüz olduğunu gösteriyor. İngiliz elçilerinin müdahalesi ile bu kararları almıştır. Avrupa'da o dönem iki kutup var. Biri Berlin-Viyana, ikincisi Londra-Paris hattıdır. Osmanlı ikisi arasında sıkışmış durumdadır. İngilizler 1860'dan itibaren politika değiştirir. Osmanlıya karşı düşmanca bir tutum sergilemeye başlarlar. (Gladstone örneği her şeyi açıklıyor.) Londra-Viyana hattı, 93 Harbi öncesi ve sonrası Osmanlıya düşmanca bir tutum sergiler. Osmanlı bu yüzden yeni bir güç dengesi olan Almanya'ya yaklaşır. 1890'da Bağdat demir yolu imtiyazı verilir. Bu da Osmanlı'da Alman nüfusu ortaya çıkmasına sebep olur.
Abdülhamid'in uyguladığı denge politikası dönemin şartlarına göre başarılıdır. Ekonomisi çökmüş bir devletin hayatta kalmasının tek şartı budur. Sonuç olarak Abdülhamit gelişmiş bir nesil yetişmesini başardı. İronik olan tarafta onu tahttan indirenler bu nesil oldu. Hatalarını daha fazla saymak gerekirse istibdat dönemini tam anlamıyla bir gerçek. Jurnalcilik ortaya çıktı. Yani bir istihbarat servisi oluştu. Bu servis bir süre sonra Abdülhamid'in elinden çıkarak Paşaların oyuncağı haline gelmiştir. Toplumda 'jurnallenmek' yani mimlenme korkusu oluşmuştur. Jurnal korkusu bir süre nefrete dönüşmüştür. Bürokrasi de yozlaşma vardır ama aydın kesim nefretini en tepede gördüğü kişiye yöneltir. Jurnal'in ortaya çıkış sebebi ise Abdülhamid'in de kendi korkuları var. Çünkü iki padişahın tahttan indirilmesini görüştür. Bu yüzden kendi tahtından emin değildir. Bu korkular yanlış kararlar vermesine de sebep olmuştur. Örneğin bahsedilen donanma İstanbul'da demirlemiştir. Herkese karşı şüphe duyar. Önceki padişahlardan biri olan Abdülaziz asker, bürokrat ve ulemanın işbirliği ile indirilip öldürülmüştür. Bu yüzden üç sınıfın gücünü kırarak her şeyi kontrol etmek istemiştir. Bu sebeple en ufak atamaları bile kendi yapmaya çalışır.
Abdülhamid döneminde sansür olmasının sebepleri arasında bu korkunun da sebep olduğunu sayabilir. Sansür olsa bile edebiyat gelişmeye devam eder. Çoğu eser çevrilerek Osmanlıya getirilir. Kitapçılar çoğalır ve zenginleşmeye başlarlar. Konsolosluklar vasıtası ile yasak olan eserler bile getirilir ve gizliden, elden ele dolaştırılarak okunur. Ayrıca Abdülhamid halka inmeyi başaran nadir padişahlardan biridir. Aydınlar tarafından sevilmese de halk tarafından sevilme sebeplerinden biri de budur. Bunu İslam ile başarır. Abdülhamid İslamı yurt içi ve yurt dışında iyi kullanmıştır. Çin'e ve Hindistan'a bile alim gönderir. Hindistan politikası ile İngilizlerin nefretini kazanmayı başarmıştır.
Mavililer.com
level 2
3,710 points
Yorumlar (0) Cancel reply